8 Şubat 2014 Cumartesi

acar turistin İtalya günlüğü

Hala yağmur yağacak diye bekleyenler varsa söyleyeyim; yağmayacak zira yağmurun tamamı aralıksız ve acımasız şekilde İtalya'ya yağıyor. Her santimetrekaresine.

Mevzuya girmeden önce, bugün 8 Şubat. Ne güzel, bir zamanlar 24 Ocak'tı; ara tatil daha yeni başlamıştı. Hain zaman... Neyse ki bugünün benim için anlam ve önemini büyük. Tadı hala damağımdaki Erasmus'un ve Onur'la ilk official selamlaşmamızın ilk günüdür. İlk bakışma, ilk tokalaşma vb. günlerini akılda tutup yad edenlerden değilim korkmayın ama bir tek 8 işte, bana hep güzel şeyler hatırlatır. Tüm Erasmus fotoğraflarımda aynı pantolon-ceket-ayakkabı-çanta kombinimle yer almaktan bugün nasıl pişmansam (öğrencilik işte, sefalet), İtalya'daki tüm fotoğraflarımda da aynı mont ve lanet şemsiyemle çıkmaktan öyle pişmanım. Ama elden başka türlüsü gelmedi. Bir hafta boyunca yağmur yağmadı, adeta işedi.

Tabi içimdeki Japon turistle ele ele verince beni hangi yağmur durdurabilir ki? Kerem(bro) ve Melike(kuzi) ile Bologna-Floransa-Roma ve Napoli rotasında güzel bir sömestir gezmesi yaptık. Roma'ya hiç de öyle bayılmadığımı söylersem ağzıma kürekle vurmak isteyenleriniz olabileceğini bilsem de, gerçek bu. Tarihi doku korunur da insan - bari yaşamı sürdürecek kadar- gündelik hayat unsurları da ekler yani. Şehirde market, büfe bulan beri gelsin. 

Floransa...


Floransa beni muhterem Medici'lerin sarayına arkanızı verdiniz mi dimdirek yürüyünce sizi karşılayan Baboli Bahçeleri'yle kalbimden vurdu. Ne kadar güzel ve büyüleyici (çok az şey için böyle abartılı sıfatlar kullanırım) olduğunu yazıyla anlatmam pek mümkün olmayabilir. Medicigiller Floransa'nın bağlarında çok ciddi bir peyzaj çalışmış ve cennetten bozma mükemmel bir koru oluşturmuşlar. 



Bir tek bu bahçeleri gezerken yağmur birkaç saat izin verdi de tadını hatta suyunu çıkarana  kadar dolaşma, özenme, duygulanma, hayattan kopma, romantikleşme şansımız oldu. 


Tek biletle sarayı, kıyafet müzesini, kütüphanesini, döneme ait daha pek çok detayı ve tüm bu bahçeyi gezebiliyorsunuz. Floransa'da Allaşkına görün diyeceğim bir burası bir de mutlaka adamakıllı bir gününüzü ayırmanızı önerdiğim Uffizi Galerisi var. İçerisi gerçekten bir harika; Gelsin Botticelliler gitsin Da Vinciler... 





Burası da Roma; Fontana di Trevi. Sen de Aşk Çeşmesi ben diyeyim Üçyol çeşmesi.  Bkz: Trevi Çeşmesi

Bu arada bilmeyenler için, Kerem İtalya'da Erasmus öğrencisi; Erasmus öğrencisi dediğin de n'apar? Yürür. Arkadaş ayların antrenmanıyla bir taktı bizi peşine; dağ bayır tapınak şapel demedik durmadan yürüdük. Hep yürüdük. Vicdansız Kerem, devamlı yürüdük... Yani ben bu anlamda daha elit, kırmızı hop on-hop off otobüslerinde falan, Avrupa'lı turist tadında bir tatil düşünmüştüm ama pek de öyle olmadı. Yine yeri geldi banklarda sandviç kemirdik, an oldu birbirimizi tuvalet kapısında bekledik, leş gibi trenlere bindik... Tabi böyle mutlu mutlu 1'er cent atıp dilek dileyen turist hallerimiz de var işte. 


Aslında benim söylememe gerek yok twitter'cılar iyi bilirler, Abdullah Gül de Roma'daydı. Şimdi ben ön plana çıkmayayım dedim ama siz zaten akıl yürütmüşsünüzdür... Evet, beraberdik. Özellikle Kolezyum gezisi esnasında kendisiyle yakın temaslarımız oldu; Spartaküs'ü andık bol bol; Sezar'ı, ihaneti, paralel devleti falan konuştuk. Dondurma yedik karşılıklı; o Tiramisu'lu tercih etti, bense Bounty. E tabi, dondurma da zaten Roma'da yenir, yiyin.

Pizza da en güzel Napoli'de yenir dediler, Gül'ü iki yanacığından öpüp Pegasus'un tarifeli uçaklarından biriyle uğurladıktan sonra. Ama acayip bir şekilde ben en güzel pizzamı Bologna'da yediğimi iddia ediyorum. Bu da fena değildi tabi. "Bizim Dominos felan daa ii lan" diyenler; demeyin. Değilmiş işte arkadaşım. Biz burda doyursun tok tutsun diyerekten vakfıkebir pizzası yiyoruz; esas mantık o değil oysaki.

Napoli'nin en ünlülerinden Pizzeria Starita'dan bir kuple:

Ünlü pizzacılarda (restoranlarda diyelim) öyle kafanıza estiği gibi gidip pizza yiyemiyorsunuz; bunlarda fırınlar var; pizzanızı sipariş üzerine o anda hazırladıkları için bir öğlen saati bir de akşam 7'de açılıyorlar. Biz 6'da gidip kapıda kaldık. Pizzaları güzel olduğu kadar sahipleri de küstahtı.

Maceramıza yiyip yiyip azmış, azdıkça şaşırmış, nihayetinde yüce yaradan tarafından Vezüv marifetiyle taşa çevrilmiş şu sefil kavmi yerinde ziyaret ederek son veriyoruz. Pompei'deyiz. İnsanlar bildiğiniz don gömlek kuruyup kalıvermişler ayol öylece.

Bu arada Pompei en çok bilinen turistik alan ancak aynı tren hattında Ercolano diye bir alan daha var ki burası Pompei'ye göre daha çok küçük ancak çok daha süper korunmuş bir kalıntı bölgesi. Pompei ciddi manada "yıkıntı", olayı hayal etmeniz gerekiyor; Ama Ercolano'da yapılar yerli yerinde ve insanları toz olup havaya karışmış. Bu süpersonik Ercolano bölgesini de Napoli'de yaşayan hostel çalışanı Türk kızımızdan öğrendik. Hostel demişken, ola ki Napoli'ye giderseniz, burada kalmanızı şiddetle tavsiye ederim: Hostel of the Sun

Not: Zebra geçitler var ya hani, oraya adım attığınızda araçların zınk! diye durduğu gerçekmiş. O rahata alıştık ya, Adapazarı'nda inip eve giderken kakalak gibi yapışıveriyordum asfalta. Medeniyet çarpıyordu az daha.

Not 2: Yunanistan'ın batışını bizzat deneyimlemiş biri olarak İtalya'nın ahvalini de iyi görmedim; turizmleri haricinde bir naneleri yok, buna karşın çok mendeburlar. Gel gelelim o dağ taş daha ne kadar cash getirir, nasip...

Acar turist Kevser Erol Adapazarı'ndan bildirdi.