22 Aralık 2013 Pazar

masal yazdım, yerseniz.


Hacının hocaya karıştığı, hocanın müridine taktığı, yoz yoz yozlaşan dünyalar güzeli bir ülkede değişik bir halk yaşarmış. Uzuun yıllarca kralın sözünden çıkmadan ona tabi yaşamış bu halk, seneler sonra cumhuriyete falan kavuşmuş ama bu kez de ülkede halk dediğin olmuş bir şaşkın ördek; bir başından, bir kıçından dalarmış. Neye karar verse, kimi denese bir türlü karar veremezmiş.

Şans o ya, ortalık hep uyanıklara kalırmış. Her uyanık birkaç yılda bir çıkar halka oynar, tacı kaparmış. Bunu görüp de çekemeyenler mi istersiniz, çamur atanalar mı, birbirinin götünü açanlar mı (ay pardon çocuk masalı için ağır oldu bu); böyle böyle her gün yeni bir iddiayla bu zavallı halkçığın takip mekanizması kırılır, insanlar bildiği doğruyu da şaşırırmış. Kime inansa kime güvense bilemez olurlarmış. 
Kimi dermiş din elden gidiyor uyan, kimi çekermiş vatan gidiyor yetiş, kimi dürtermiş malı götüren götürdü kalk…

Öyle ince çizgide yürür, öyle B planları yaparmış ki uyanıklar, bir gecede bıyığını kesen, başını kapayan, başını açan, fes giyen, şapka çıkaran… pek çok resim geçmiş asırlardır ülkeden; böylece kimselere çaktırmadan akışa uyuverirlermiş. 

Sonra öyle uyanıkmış ki medyacı amcalar, bir gecede ak dediğine bok demeye başlarlarmış, n’olduğunuzu anlamazmışsınız. Dediklerine göre, kimileri bıraksan ülkeyi bugün peşin fiyatına vadeli satar kimileri hala uğrunda canını verirmiş; kimileri ayakta uyuyorsa kimileri işin içindeki işi bilirmiş, ama kime sorsanız tabi özünde herkes ulusçu milletçiymiş. Sonuçta her birimizin atasının kanı varmış vatanın her karesinde.


Seneler sonra bir sabah ülkedeki insanlar uyanmışlar, bakmışlar geziye giden gitmiş, gezi bitmiş, faizi yiyen yemiş, ağznı silen silmiş, dekor değişmiş ve şehre yeni bir oyun gelmiiiiş. Masal da burda bitmiiiiş.


13 Aralık 2013 Cuma

stokları bitiriyoruz!

Aaammmman tarrrııımmm!

Az önce kendimi markette gezmekten zevk alırken yakaladım! 

Pilatesten çıkmış sakin sakin bir paket çay almak üzere markete girmiştim ki, birden bire şarküteride buldum kendimi.  Enteresan peynirler, meyveli yoğurtların cik'li mix'li isimleri çok hoşuma gitti. Bir o başından bir bu başından girip reyonları taraya taraya, savsak savsak dakikalarca yürümüşüm. Müşüm diyorum çünkü hatırlamıyorum. Nasıl eğlendiysem artık.

Lan nerde kaldı benim gençliğim? Sosyal hayatımı ve aktivitelerimi ne ara market gezmeye indirgedim? Hobilerim arasında makarna muhteviyatı okumak ve etiket incelemek de var artık. Lazım olsun olmasın, indirime giren, normal fiyatından her nasılsa çok daha aşağılara satılan, yani müşteride "buna çok ihtiyacım var/olabilir"i uyandıran her şeye baktım sanırım ve o "dursun yeri gelir" psikolojisiyle bir araba alakasız şey aldım. Kar mı yaptım yani? Bilmiyorum.

Şimdi karşımdaki sehpada bir paket çay, son derece gereksiz bir kupa, tıraş losyonu (babama tabi), oto parfümümle oturdum kendime şaşıyorum. 

Savaş çıkacakmışcasına stokladığım makarnalarımdan birkaçını satsam alır mısınız? Çok güzel ıslak mendillerim var ya da, rengarenk? O zaman Halley tükenip de karaborsaya düşmeden on'lu paketlerimin birkaçını alın bari.




10 Aralık 2013 Salı

kış içimizde başladı


Hayat gerçekten bu yorgunluğumuza değecek mi?

Gönül yorgunluklarını diyorum. İnsanları kıra döke geçirdiğimiz günlerin ardından çöken yorgunluklar; hani için için yakar sizi vicdanınız da yine de gururunuzu kırmazsınız. İyi niyetimizin elimizde patladığı anların yorgunlukları. Siz üzülünce üzülen siz sevinince de üzülen o iyi insanların verdiği yorgunlukları diyorum…

Tüm bunlara değecek mi yaşamak? Tüm bunlara rağmen dolu dolu yaşadım diyebilecek miyiz?

Yakında 25 yaşım bitecek. Bi çeyreklik hayatımdan anladığım şeyler geçen yıla oranla biraz daha fazla; tecrübe denen şey sahi demek ki.

Bu sene örneklerle öğrendiğim en önemli şey insanların bencillikten kör olmaları. Sadece seninki sevinç, sadece seninki acı, sadece seninki paylaşılmaya değer, sadece seninki hayat… Yanındaki işine yaradığı müddetçe sırdaş, gönlünü eylediği sürece arkadaş.

İnsanların uğrunda “en cicilerini” bile bir anda harcayabilecekleri hırsları var. Ya da bir gün köpürerek anlattıklarını ertesi gün bağrına bastıkları da vaki. Dirsek yemek de an meselesi, yücelmek de. Ne iyiliğe güvenmeye geliyor, ne kötülüğü dert etmeye. Kanımızda mı var taht oyunları, diziler mi etkiliyor bizi çözemedim lakin ortada paylaşılamayacak bir şey de yok. Ergenlik bir ömür sürermiş meğer, bitiremeyen bitiremezmiş, ne acı. Ne olur egolarımızı başka yerlere yönlendirelim artık.

Bir gün o yer yüzü görmemiş burnumuzu sürtüp boynumuzu büktüğümüzde, kendi hesabımız zaten öyle kallavi olacak ki, yandakinin n’aptığıyla ilgilenebilecek miyiz?  Helal edilmemiş haklarımızla sahiden avuntu bulacak mıyız o gün? İçimiz böyle mi soğuyacak? İnsanların canlarını acıtarak kendimizi saygın kılma çabamız işe yarıyor mu bari?

Bir gün neler olup bittiğini tam olarak anlayacak mıyım?


Huzursuzluklarımın meşhur çeyrek yaş kriziyle ilgisi olsaydı keşke. Bana ağır gelen ne sorumluluklarım, ne de hayatımla baş edememem; aksine, öyle memnunum ki hayatımdan. Kimseyle yok hesabım, kin güdemiyorum, bir terfi beklentim yok, yeteri kadar arkadaşım var. Benim gönlümü yoran “Bugün nasıl bir hava esecek acaba?” dengesizliğinde yaşanan hayatım.