21 Haziran 2016 Salı

tatil bir iki

Huuuh! Bir dönemin daha sonuna geldik sayın veli! Nasıl? İyi mi böyle? Çocuklar eve dönecek dedim ama ben; korkunun ecele faydası yok! Artık camiye mi hocaya mı havuza mı spora mı, nereye yönlendirirsiniz enerjilerini bilemiyorum (evet, hepsi birer atom bombasıydı en son gördüğümde) fakat umarım bütün yaz ellerinde kumanda karpuz gibi yatırmazsınız.


Şubatlarda hayatımızda köklü bir adım atılması neredeyse birkaç yıldır adet haline geldi. Geçen Şubat atanıp bir yıllık çilemi doldurduktan sonra bu Şubat'ta da eve geri döndüm. İnsanın kocasıyla hep bir evde yaşaması baştan enteresan geldi ama alışınca pek güzelmiş. Evcilik oynar gibi; birileri size misafirliğe geliyor, siz gidiyorsunuz, yemekler, hediyeler, beğeniler, yeni doğanlar filan... Velhasıl son yıllarda bir okulda bir dönemden fazla çalışamadım. Bu yılın ikinci dönemini de İstanbul'da tamamladım. Öğrencilerimi sevdim, iyi anlaştık denebilir; hala alışmaya çalışıyorum.

Henüz tatile çıkmadık tabi. Seminer dönemi dediğimiz faydası ve işlevi tartışılır, yöreden yöreye değişiklik gösteren, genelde ilk günü dev bir kahvaltı programıyla açılan,  akabinde gölgelerde dedikodu yapılan, slaytlar, raporlar, sunumlarda uyuklanan ve ara sıra dolaşan imza sürküsünün kovalandığı ölü bir dönemdir. Malesef. Bana kalsa bir kandırmacadır. Öğretmenler birbirinden içi geçmiş sunumlar bitsin de imza atıp kaçalım diye düşünür müdürü kandırır; müdür imzaları alır ilçe milli eğitimi kandırır, milli eğitim seminer programlarını şık formatlarda hazırlayıp Ankara'yı kandırır; velhasıl herkes bu dönemde kendini kandırır. Şimdiye dek aşağı yukarı böyle oldu. 

Bu dönemki seminerimiz kısmen daha dolgun gibi. Bugün işe yarar şeyler konuştuk mesela. Bürokrasimizin basamaklarını birer birer tırmanıp da bakanlığa ulaşsın, bakanlık da güzel güzel iyileştirmeler yapsın diye dönemimizi değerlendirip raporladık. Uygulamalarımızı paylaştık, birbirimizden fikir aldık... Olması gerektiği gibi yani. 

Gönül ister ki her birim bu dönemi samimiyetle bitirsin. Meslek hassas meslek; eleştirilince ulviyetine dokunuluyormuş gibi hissediyoruz genellikle ama asıl biz eleştirilmezsek kötü. Kimse bizi neyi nasıl yaptığımızı, kime ne yararımız dokunduğunu sormazsa kötü. 

Şunu belirtmekte yarar var: görebileceğiniz en sıradan öğretmenlerden biriyim; söylediklerim idealislikten değil, realistlikten. Eğitim ordumuzun içinde mesleğinde devrini tamamlamış içi geçmiş öğretmen büyüklerim; sabaha kadar konuşsa dinlenesi dolu insanlar, bitsin de gidelimci tipler, vatanperver eğitim aşıkları, birileri konuşsun biz imzalarızcı hazırcılar, bildiklerini paylaşmak isteyip de "fazla dikkat çeken" idealist meslektaşlarım ve diğerleri var. Anladığınız üzere her çeşit karakteri barındırıyoruz ve eğitim gibi soyut ve engin bir alanda hiçbir konuda bir standart yakalamak olası değil. Fakat bu seminer dönemlerinin hakikaten işlevsel, dolu ve doyurucu olması gerektiğine inanıyorum. Bunca eğitim masterı yapan insanlar nerede çalışıyorlar, neden bizimle değiller, neden bizim kafalarımızı genişletmiyorlar? Neden biz ha babam sınav kaygısı ve verimli çalışmanın yollarını ısıtıp ısıtıp çalışıyoruz? Yetti yahu! Biraz renk, bi hareket bişey...

Neyse çok sosyal bilinçli bir paragraf oldu bu. Şimdiden tatil planlarımla hava atıp da keyfinizi kaçırmyacağım. Ne de olsa önümde sinirinizi bozacak tam iki ay tatil var! Esen kalın!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumu olan insanlara bayılırız biz.