Yakın geçmişe kadar çalıştığım
her işte, okuduğum her kitapta, yaptığım her seyahatte ve kalkıştığım her işte
hem maddi hem manevi olarak ne kazandığıma odaklandım. Ne alıyorum? Ne benim
oluyor? Kaybettiğim zaman, para, yaş vs. bunlarla ilgilenmemiştim. Artık bir
gelir gider tablom var.
Oğlum doğduktan 1 yıl sonra,
çoğunlukla zorunluluktan işe geri döndüm. Çok iyi geleceğini sanmıştım. Dönmeye
ihtiyacım vardı çünkü oradan beni o güne kadar tatmin eden pek çok şey ‘alıyordum’.
Sonra ev sürecinde bunaldığımı
sandığım pek çok hissi özlemeye başladım. Oğlumun uyanışını görmemek; ardımdan
ağlamasını duymak, henüz ağzından çıkamayan kelimelerini gözlerinde okumak
canımı acıtmaya başladı. Şen bir kahkahanın yüzde bir anda donup solmaya
başlaması, perde perde ağzının kenarlarında üzüntüye dönüşmesi gibi. ‘Çalışıyorum,
üretiyorum, faydalı oluyorum’cu beynimi ‘peki neyi kaçırıyorum? Neye zarar
veriyorum?’lar kemirmeye başladı.
Bu bakteriler oradan kalbime yürüdü.
2. yılımı çalışıyorum. Oğlum üzgün başladı seneye. Benim de içim hep üzgün.
Ancak bunu yaşayan sadece ben değildim. Kaldı ki bakıcımız annelerimiz, daha
güvenli bir terk ediş olamazdı. Sonra çalışma saatlerim çok iyi denebilecek
kadar iyi. Mesafeler çok sorun değil.
Ancak her evden çıkış çıkıştı
işte…
Okuldan gelmem onun için ‘saat 4’
oldu demek. Eve döndüğümde kapıyı özellikle onun açması için tıklatıyorum.
Kapının ardından sesi geliyor: ‘saat 4 olduuu!’, ‘annem geldii!’ Gözlerimiz
karşılaştığında önce aşırı mutlu oluyor; sonra bensiz geçirdiği saatlerin
acısını çıkarmak istercesine önce ‘seni sevmiyorum anne’ diyor. Bazen bunu birkaç
tokat ya da saç çekiştirme takip ediyor. Ben her seferinde bütün kalbimle ‘tamam
olsun, ben seni çok ama çok seviyorum’ diyorum. Sonra o da sevdiğini söylüyor,
sarılıyoruz ve huzur buluyor. Oynarken boğuşmazsak olmuyor. Alt üst yerlerde
yuvarlanmalar, bağrışmalar... Bu bana filmlerde gördüğümüz aşırı şiddetli
kavgaların birden tutkulu bir birleşmeye dönüşmesini hatırlatıyor. İkimiz de
günle hesaplaşıyor, kötü duygularımızı temize çekiyoruz.
Artık gözleriyle konuşmuyor.
Gördüğünüz gibi, ok gibi fırlatıp kılıç gibi indirdiği kelimeleri var.
Hep duyduğumuz ‘çocuk o’
bahanesine hiç bu kadar sığınmak istememiştim. Ama yine de mantıklı olmaya devam
ediyorum. Ben anneyim, o çocuk. Durumun farkındayım. Tüm zamanımı ona vermeye
özen gösteriyorum. Bu eksiğini gidermez mi? Açığımızı kapatmaz mı?
Dün gece yanıma aldım. 3 civarı rüyasında
‘Anne okula gitme!’ deyip sağına döndü.
Şimdi bugün nasıl bitecek?
Bu hislerle işime odaklanırken
beynimin suyu çekilip büzüşüyor. Bilmem kime ne kadar faydam oluyor.