12 Kasım 2013 Salı

denmiş bir deyim

Kuru boktan yağ sızdırmak diye bi laf vardır.

İyice sıkılıp pestil edilmiş diş macunundan hala fırçanın kılıyla macun çıkartmak gibi. Nutella kavanozunun bittiğine ikna olmayıp parmak marifetiyle yan duvarları günlerce sıyırmak gibi örneklerle açıklanabilir dilimizde.


Böyle denilebilir literatürde de siz ona bakmayın. Deyim aslında kısaca şu:







Biz böyle zengin olduk işte. . .

Neyse efendim kendimle kafa bulmalarım bir yana dursun, vücudum yeniden benimle kafa bulmaya başladı. Öncelikle larenjitli biri olduğumu kabullenmiştim, ancak üstüne nezle eklendi. Sonra bu eziyet bana az gelince ben de gittim platese başladım. Daha evvel ciddi biçimde ilgilenmediğim gibi ciddiye de almamıştım. Ebru Şallı'yı gördüğüm yerde helallik isteyeceğim. Çok hafife almışım, çok eziklemişim kadını şu cahil halimle.

Parmak uçlarımda bile acılar var (demek oralarda da kas varmış), gözlerime yaşlar, sırtımda terler...

Peki duracak mıyım? O yoo dostum, yoo...

Bedenim acılar içindeyken psikolojimin de pek iyi olmadığını söyleyecek kadar samimiyiz artık. Pek değil. O. artık asker. Halbuki ne biçim trajedilere hazırlamıştım kendimi. Kağıtlarına hasret kokması gereken parfim sıktığım mektuplar yazacaktım; bir tutam saç maç belki... Olmadı. Adam askere diye Üsküdar'dan Eyüp'e geçti.

Beni ankesörlüden de aramasa asker olduğunu unutabilirim. Neyse ki melankolime yardımı oluyor o 212'li numara. Çağrıyı görünce böyle bir hisleniyorum. "Asker yolu bekleyen nışanlı" moduna alıyorum sesi filan. Ehe. Balına balız hakikaten de, yine de böyle özlemeli mözlemeli bir burukluk olmuyor değil. Sivilken ne iyiydi kerata.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumu olan insanlara bayılırız biz.