4 Kasım 2012 Pazar

bildiğim en güzel üçgen, üçgen peynirdi

Hamam ve havuz tecrübemden sonra kadınların yoğun olarak bulunduğu ortamlarda uzun müddet bulunmama  kararımı prensip haline getirmiştim. 

Unutanlar ve yeniden hatırlamak isteyenler için, tek örtüleri diz kapağına kadar sarkıp neyse ki bazı yerlerini kapatan memeleri olan teyzeler vardı hamamda. Havuzda da, el ele verip havuza karşı halay çeken bir popo geçidi oluşturmuşlardı.

Velhasıl, söz konusu spor, terleme, yağ yakma olunca 'spor salonu'na karşı da bir ön yargım yok değildi. Ha ben yine de bu teyzeleri, koltuk altlarını temizlemeyen, dolayısıyla ter kokusunu önleyemeyen ve hiçbir kozmetik firmasının da önleyemeyeceği baklava börek abilere tercih ederdim. Ettim de. Kurban bayramında tencerelerin dibini sıyırdıktan sonra parmaklarımı yalarken ta-mam-o-zaman! dedim, artık gitmem lazım.

Gidiyorum. Yazın yanlarım ağrıyordu yatmaktan ya, iyi halt etmişim. İki gün ölüyorum sandım adale ağrısından. Çok ağır yatıyormuşum demek ki, ciddi ciddi yatmışım ki vücudum anlayamadı hareket ettiğini. Şimdi antrenörüm olacak kırk kiloluk bıdık, bana çok acayip geometrik şekiller yaptırıyor, ne üçgenler, ne yamuklar yapıyorum şu bedenle. Canıma okuyor.

Salonda taş hatunların fotoğrafları var. Malum, döşü terli, mini şortlu, şuh bakışlı, uzun saçlı.... Biz hanımları gaza getirecek diye düşünülmüş zahir.
Yalnız anladım ki Kim Kardashian, J.Lopez ve Rihanna evrensel manada en çok tutulan hanım kızlarmış. Demek ki sanatlarıyla ne kadar ön plana çıkıp ün yapmışlar ki, salondaki en köylüden en elitine herkesin en çok tanıdığı üç sima bunlarmış. Tamam ama ben şeyi anlamadım. Bu hanım kızların popoları kocaman. Madem makbulü bu, bir salon sporsever ne demeye terliyoruz orada? Zaten bizim de olayımız o diye gitmiyor muyuz salona?
Neyse efendim, ben bu alansal kadınsal mevzulara fazla girmeyeyim.

Ay sonra ünlü oldum ben yahu. Google beni hala bulamıyor ama olsun. Benim bir çevirmenlik hikayem vardı. İki sene evvel çevirdiğim kitap, yayıncılık dünyasının tüm handikaplarına, içsel çalkantılarına rağmen edebiyat dünyasına bir damlacık olarak ekleniverdi. Ağır emek verip, bir sayfalık cümlelerini çözerken saç baş yolduğum bu güzide eseri alıp okumanızı istemeyeceğim tabi ki. Deli misiniz ayol? Ama gidin bir görün. Kendisini çoğunlukla kadın çalışmalarıyla yakinen ilgilenen akademik çevrelerin beğenisine sunuyoruz. Hani bir başucu kitabı olamayacak ne yazık ki. 

Feminizmin dibine dibine: "Mary Wollstonecraft, Kadın Haklarının Müdafaası". Çevirmeni de ben oluyorum. Ehe. Röportajda nasıl durayım? Elimi dizime mi koysam? Şöyle? Uzaklara mı baksam? Bir şey yazar gibi mi yapsam? Tavana bakıp düşünüyor gibi ya da? Gözlüğü çıkarsam mı? Ah kuzum, şöhret tripleri işte, aldırmayın siz bana.

'Hani ünlü kalp cerrahı bilmem kim var ya, ben onun yeğeniyim'de olduğu gibi, tanınmış birinin ismini kullanarak o kişiyle olan bağlantısını açıklayıp, o zatın gölgesinde kalan tipler vardır. Benimki de o hesap oluyor şimdi ama M. Wollstonecraft, Frankenstein'in yazarı olan Mary Shelly'nin annesiydi. Eee? diyorsunuz. İyi, peki. Sizin için küçük ama edebiyat dünyası için çok önemli bir bilgi bu. Wollstonecraft kadınların toplumdaki asalak konumlarını ve erkek hegemonyasındaki oyuncaklığını (birebir yaşayan biri olarak) ilk defa dillendirebilmiş ve heriflere kalemiyle çatır çatır kafa tutabilmiş bir kadındır. Canımız çıktı çevirirken ama bir şeyler kaptık nitekim.

Evet, baskı haberiyle kitap yazmışcasına havalara girip bir saat içinde ev halkını da kendimden soğuttuktan sonra, duruldum. Her şey normal seyrinde devam ediyor. Okula mokula gidiyorum. Öğrenci haşlıyor, sırt sıvazlıyor, bazen de çileden çıkıyorum. Aralarda tost yiyorum. Şimdi spor yapıyorum diye kepekli ekmekle evde yapıyorum.

Bir de arkadaşlarımı çok özledim. Arkadaşlarım olmadan modum belli, üç kademede işliyorum: Evde kaçık evlat, okulda disiplinli komik hoca, dışarıda çalışan genç kadın. Sıyırıp zıvanadan çıkmayı, ağzımdan başka her yanımla gülmeyi ne kadar özledim. Fuzuli konularda bilinçsizce konuşmayı da. 

Öğretmen demek örnek insan demek ya, örneği bozmamak için zor duruyorum vallahi çatlayacağım. Gelseniz ya.

Öte yandan o marifetli becerikli kız kaybolmuş. Bana bir haller olmuş. Tamam baba ocağı ana kucağı dedik serdik ama insan makarna yapamaz mı be?! Bugün -şekilim ya- makarnayı soslu moslu yapayım dedim. Bir tezgah dolusu kap kacak süzgeç kavanoz arasında ne makarna tam pişti ne sos tam oldu. Bir saatte bitti makarna. 

Yemek yapmak da kaslar gibi mi yani? Bırakınca kaybolup gidiyor, yeniden başlayınca açılması zaman alıyor? Makarnadan da olduysak, madem ben kendimi kariyerime adayayım. O bari fit kalsın.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumu olan insanlara bayılırız biz.