29 Eylül 2013 Pazar

At the Edge of Monday

Maymun iştahlılığın şekil üzerinde gösterilmiş haliyim ben. Ya da şöyle diyelim: ben yetenek avcısıyım; üstelik kendi yeteneklerimin. Süper havalı oldu böyle, evet.
İşin özü şu aslında. Neye merak salmış olsam, neyle uzun zaman ilgilensem bende o alana dair bir ışık varmış gibi gerzek bir hisse kapılırım ve o alanda ihtisas fikirlerine dalarım. Tabi sonrasında “ay neye elimi atsam becericek gibiyim” tadında acıklı bir özgüven de promosyon olarak hissettiklerim arasında.
Dikiş dikmeye heveslendiğim bir -alt tarafı- yaz tatilinde, modacı, stilist falan olabileceğime dair düşüncelerim vardı. Tabi bu düşünce dediklerim akşamdan sabaha oluşan, öğlene doğru kendiliğinde unutulan şeyler oldu hep.
Başka bir seferinde resimle ilgileniyordum. Tablolar, mablolar. Haspam, iki ay sonra ilk kişisel sergim için yer düşünürken buldum kendimi.
Geçen yaz üst üste iki turta yapabildim diye hemen ev yapımı yemekçi olup “Bacının Yeri” adlı süper tatlı mekanımı açacaktım. Neyse ki iştahım o denli maymun da ertesi gün tüm kariyer planlarımı baştan sona değiştirebiliyorum.
En son merakım da aşırı dozda dizi izlememden kaynaklı gelişti. Dizinin konusunu, oyuncusunu bıraktım birkaç gündür kamera açılarına, çekimine, ışığına bilmem nesine bakar oldum. Yönetmen olacağım zahir. Şu sıralar dizi çekme fantezisi hasıl oldu.
Gülüyorsunuz ama eğer çekseydim müptelası olurdunuz. Çünkü çok güldürüklü bir dizi olurdu. Konusunu da tasarladım, adını da: At the Edge of Monday.
İş dünyasına şöyle ya da böyle atılmış ve pazartesi sendromu yaşayan her milletten insanın ortak dramını, sarkastik ve fantastik bir dille işleyen süpersonik bir dizi. Resmen tutardı be.
Ama şimdi, dinleyelim ve mis gibi bir uyku çekelim. Kim bilir, belki de yarın öğretmen olmaya karar veririz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumu olan insanlara bayılırız biz.