6 Ekim 2011 Perşembe

Modern Adımlarla # eskiden içimden düşenlerden


Tilkiler turlayıp duruyor kafamda ama ulaşabildikleri ne bir fikir, ne sonunda dönüp dolaşıp varabildikleri kürkçü dükkânı var. Onlarca soruyu bir çırpıda aklımdan geçirip aynı hızla gelişigüzel dizilmiş cevaplar sıralıyorum ama hiçbiri sorduklarımın cevapları değil, sorularla cevaplar arasında bir eşleşme sorunu yaşıyorum. Aynı şarkı dakikalardır dönüp durmakta, rahatsız olmuyorum, düşünmemi engellediğinin farkında olsam da susturmak istemiyorum, tilkileri dinlemek zorunda kalırım diye olabilir mi? Sorduklarımın, eşlenikleri olan cevapları bulmalarından mı çekiniyorum?

Bir uçan balonda olsam şimdi, yüksekte, sis kümeleri gibi tombul bulutlara bir dalıp bir çıksam; incecik bir kumaştan, şifondan mesela, üstünde kırmızı gelincikler olan bir bluzum olsa tiril tiril, ve rüzgar ensemdeki tüyleri ürperterek boynumdan içeri süzülse, koltukaltlarım havayla dolsa, göğsüm kabarsa rüzgarın karnımı gıdıklamasıyla. Yükselmenin heyecanıyla avuçlarım terlese, uzatsam boşluğa rüzgâr kurutsa, serin serin geri verse ellerimi. Yalnız mı olsam balonda bilmiyorum, onu düşünmüyorum henüz, kendi hayalimi tamamlamadım. Aşağı bakamam. Yükseklik korkum var benim, ellerimle bileklerim uyuşuverir biliyorum. Ama bakmak da istemem ki zaten; aşağıdaki geniş yollar, tenimin altında mor mor, bazen de yeşil görünen incecik damarlarım gibi birbirine dolaşmış olurlardı bakacak olsam. Ağaçları yeşil kahve toplar olarak görürdüm ve yer yer minik kızıl çatı toplulukları. Bütün bu resmin altındaki zemin gene yeşil, toprak rengi yahut üstü grili taşlardan puanlı bir sarılık olurdu. Her şey her zamanki gibi… Bakmadan mı görüyorum ben şimdi bunları? Aklımda tuttuklarım mı bunlar, bakınca görmek istediklerim mi? Bu çizdiğim resimdeki kayıtsızlığım, hani tablo öyle bilindik öyle sıradan ki bu yüzden aşağı bakmak bile istemeyişim, tüm bunların oldum olası aynı olmasından mı? Çok şaşırır mıydım baktığımda yerler safi mavi olsa, ağaçlar beyaz?

Ben bir rengim, sen de öyle, o da, onlar da… Buna şaşırmazken, bundan daha doğal bir şey olmayacağını bütün entelektüel yanım, tüm sağduyum ve rasyonelliğimle ‘e herhalde yani’vari havalarla hazmetmişken, dünya ve dünyanın elemanları bir gün bilinenden başka renkte olsa ne diye şaşırırdım ki?
Rüyamda renklerle oynadım. Birinin ucuna diğerini ekledim. Kafayı bozmadım ama dikkat edin. Hepinizin her gün farklı platformlarda yaptığını safi renklerle yaptım yalnızca; bundan aldığım borçla öbürünü kapadım, çorbadan artan havucu salataya rendeledim, gömlekten artan kumaşla bizim küçüğe bir eteklik çıkarıverdim, ekmeğin artanını kuşlara ufaladım, kasada piyangodan çıkmış gibi etiket yarısı olduğunu öğrendiğim ayakkabının yanına etiketin zaten gözden çıkardığım diğer yarısıyla bir de çanta alıverdim… Sonra karıştırdım renkleri birbirleriyle, bir de öyle seyrettim. Sorularımın cevapları gözümün önündeki şekillerde birer birer isimlerini bulana kadar eşledim renkleri. Sonunda maviye kırmızı kattım, çıkan rengi beğendim; yanına laciverte sarıyı karıştırdım, onu da beğendim. Derken ilk sorunun cevabını gördüm.
‘Huzurla sevme’ idi bu. Telaşsız, hassas, sakince, sevecen… Ala değil, ebruli değil, iki akıcı, parlak renkten ibaret sade.

 Neden sonra sarıldık. Sonra da dans ettik, “modern adımlarla”.

Kevser

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumu olan insanlara bayılırız biz.