12 Ekim 2011 Çarşamba

To be or Not to be "There"

"Oyuncu, her gece yüzme bilmeden kendini okyanusa atma cesaretine sahip biridir."

" -Güzel, şimdi bir de doğaçlama seyredelim.
  -Tema yine aynı mı olsun?
  -Onu sen seç, daha farklı bir duygu olsun bana kalırsa, rahat davranın."



"-Şu telefona birgün biriniz baksanız ölür müsünüz acaba?!
-Sakız çiğniyorum!
-Duydum; şaşırdığım kısım ağzından çıkan gürültüden dolayı telefonu duymayışın değildi zaten tatlım.
-!?...."

Yetenek, fiziksel bir güçten öte tutkudan beslenen manevi bir güç. Haz denen şey de bu ikilinin ortasında yükselen bir doruk noktası. Zevkle yapılan şeyden alınan haz, kazanılan milyarlarca servet ya da dünya çapındaki ünle kıyaslanamayacak kadar "kişisel". Açıklamaya gerek yok o yüzden. Vücutta salgılanan hormonlardan, seviyelerinden, o saniye iyileşiveren yaralardan, geçiveren yorgunluklardan söz etmek de zaten yersiz.

Bu diyaloglar yaşandı o gün...Yetenek bir kıvılcımla bütün bir vücudu sardı, silkeledi, halden hale soktu onu.
Vücut istedi ki bu haz bir ömür sürsün, sürerdi de. Tutkudan besleniyordu çünkü onun yeteneği.
Unutulan çok önemli bir şey yine aynı dönemde kaşfedildi: Yeteneği ayakta tutan şeylerden biri tutkuysa, diğeri kararlılıktı. Bu olmadı mı her şey bir rüyadan ibaret oluyor, tadı damakta kalıyor, acısı içeride yaşamaya devam ediyordu. Perde çaresiz, hüsranla kapanıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumu olan insanlara bayılırız biz.