9 Aralık 2011 Cuma

duygu çorbası


Hormonlarımın esiriyim.
Annelik iç güdülerim toptan şaha kalkmış durumda. İnsan yavrusu da ne acayip şey ha, kendini sevdirmesiyle tiksindirmesi arasında nasıl da ince bir çizgi var, gülmekten katıldığınız noktada gülüşünüzün ağlamaya dönüşmesi gibi. Dün akşam yolda,  otobüs durağındaki adamın kucağında bir bebek gördüm. Bembeyaz tombul yanakları vardı, upuzun, tül gibi kirpikleri, yumuşacık olduğu besbelli teni, nokta kadar bir ağzı vardı; "bunlar hepimizde olan şeyler bunu bu kadar romantik kılan ne?" diye odun bir soru soruyor da olabilirsiniz. Ölçü. Siz medievallar nasıl der? Proportion. Kusursuz bir tablo gibiydi çocuk, bir de bu kadar masum ve koyun bakan bir mahlukatı nicedir dikkatli incelememişim demek ki. Böyle bir şeye sahip olasım geliyor netice itibariyle. Mıncık mıncık.

Bugün annemle babamın geleceğini biliyor olmak da bu çapraşık duygu durumumu derinleştiriyor, n'oluyor? Annemle babama sarılıp saatlerce oturmak istiyorum. Beni sevsinler, deli gibi manyak gibi ilgi göstersinler, fikrimi sormadan beslesinler istiyorum. Evet farkındayım, anne mi olsun bebek mi, kararsız kalmış kahramanımız. Sever uçları eşşek sıpası. Yani merak ediyorum, nasıl olurdu? Babamın kucağında bilinçli bir bebek olsaydım, şimdi bana sarıldığında içimin ısındığını hissettiğim gibi o zaman da bilebilseydim. En hatırlanası zamanlarımızı hatırlamak nasıl olur da bize bahşedilmez? Annemin yanında uyuduğumu, babamın omuzlarında gezdiğimi, "tırmancılık" oynadığımızı, işten gelince kucağa alındığımı, gıdımdan öpüldüğümü...


Tırmancılık, konuşmayı söküp o gazla yeni kelimeler türeten şahsım tarafından uydurulmuş, tırmanmaktan gelen bir eylem. Ben bir pigmeyken 184'lük babam bana bir gökdelen gibi görünüyordu aşağıdan bakınca. Kollarımı tutardı, sonra ben de ayaklarımla ayaklarının üzerinden başlayıp mümkün olduğunca yukarı, göğsüne kadar adım adım tırmanırdım. Ne fantezi.

Ben annemle babama doyamadım, açıkça söylüyorum. Üniversiteye çok küçük gidiyoruz bence. Bana öyle geldi. Bir gittim pir gittim. Elimden düşmedi o valiz. Her şey yolundaydı, iyiydi ama onları özlemek, aramak, yanımda istemek gibi pis hisler hep içimin münasip bir köşesinde bekleyip durdular. Onlarsız daha çabuk olgunlaştım, diye düşünüyorum bir yandan; ama onlara muhtaç çocuk halim de hiç çıkmadı içimden. İleride de dokunur mu bu acaba böyle, kendi çocuklarım da benden ayrıldıklarında içime içime batıp double sancı yapar mı? Zannettiğim kadar güçlü değilim ben demek ki, çünkü onlara olan ihtiyacım asla tükenmeyecek gibi geliyor. 


Kerem daha güçlü geliyor bana, çünkü geleceğe dair konuştuğumuz bazı zamanlarda yüzünde de sesinde de görüyorum o kendine güveni. Kendi yapar, kendi yaşar, ailesinden hiç kopmaz biliyorum ama sımsıkı da bağlı kalmaz. O dengenin farkında. Dünyanın düzeninin bu olduğunu; öz ailenden başka bir aileye veyahut da bir hayata sahip olmanın ve kendi yoluna yürümenin hayatın en temel ve en klişe kuralı olduğunu biliyor. Ben neden böyle kanıksayamadım olayı bilmem. O şimdi üniversitede, sonra iş bulacak, sonra da bir eş. Bizden ayrı yaşayacak. Gerçi ben farklı mıyım? Ben de senelerdir ayrı olduğum gibi bu noktadan sonra zaten geri de dönmeyeceğim tekrar. Kopup gideceğiz diye çok korkuyorum. Bir daha hiç dört kişi kalamayacağız muhtemelen. Ben dördümüzü hastalıklı bir şekilde kıskanıyorum.
Geç kalınmış ya da müzmin bir Electra kompleksi benimki. Aile sapıklığı. İç yiyici düşkünlük. 


Bunların hepsi beni başka sorulara yöneltiyor elbette.


Nasıl yayım lan ben? Özgürlük, bağımsızlık, bağlasan durmazlık falan. Öf.
Bu kısım var içimde işin garibi. İçim de çöplük gibiymiş, yazdıkça seyrediyorum kendimi, bir fena oldum.
Çok kişilikliyim sanırım, katıdan sıvıya, sıvıdan gaza, her hale anında geçiş mevcut. Evet çingene ruhum hayli güçlüdür, gitsin gezsin tanısın yesin içsin...Ama sonra geri dönsün... O burç zımbırtılarını yazanlar bunu kaçırıyorlar, hani yıllardır öyle bir tasvir edilmişiz ki sanırsınız evden kaçan bütün kızlar yaydır. Aileden ipini koparmışcasına ayrılıp gitmek de bağımsızlık değildir ayrıca, aileye sahip olmanın özgürlüğe bir engel olmadığı gibi.


Sosyal mesajımı da verdiğime göre, bana müsaade. 
Bakıyorum da, yine ardımda bir duygu çorbası bırakıyorum. Afiyet olsun. 


Öpçük.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumu olan insanlara bayılırız biz.