1 Aralık 2011 Perşembe

Bir Aralık

Ah...
Çok zayıfladı bünyem. Ne kışa geliyor, ne kedere ne gama. Ve ne çok düşünüyorum artık. Beynim karıncalanıp da görüntüler zihnimde bulanıklaşmaya başlayıncaya kadar. Yine de bir neticeye varamamaksa, ne hüsran.
Ergenliğimde mesela, bu kadar düşünmüş olsaydım her kararımı, her adımımı, şimdilerde bana "keşke" dedirten hiçbir şeyi yapmazdım. Yapmaz mıydım sahiden? Bilmem.

Aralık başladı bu gün. İçimde bir his var, hem bir yılın hem başka bir şeylerin de sonu olacakmış gibi. Olsa keşke. Paniklemeyin, Mayaların takvim hesapları filan kafanızı karıştırmasın; o iş için bir seneniz daha var. Başka sonlardan bahsediyorum ben, tam olarak açılımını bilmesem de. Bir değişiklik en azından.

Aralık şimdiye kadar hep soğuk başlardı ama bu yıl öyle değil. En azından burada değil. Güneşli günler yaşıyoruz. Değil kar, yağmur bile yok. Atkı takmıyorum, bere ya da eldiven de. Lahana gibi olmadım henüz ki bayılırım. İçimden bir şey örmek de gelmedi böyle olunca. Zaten içimden hiçbir şey gelmiyor.

Aralık enerjik olduğum bir aydı, hep. Kafamı dayayıp bir cama, saatlerce yoldan geçenleri seyredesim geliyor şimdi.

Aralık, Kasım boyunca çıldırmışcasına mandalina yemiş olarak girdiğim bir aydı. Toplasam bir kilo ancak yemişimdir bu yıl. Saide'yle birkaç defa derste mandalina yemiştik, "höşür höşür". Deniz Hoca'nın Drama dersinde. Her yer turunç koktu, ellerim mandalinanın kabuğuyla yapış yapış, dilimlere ayırıp beyaz ipliklerini soydum tek tek. İpliklerini yiyemiyorum. Bir torba mandalinayı müthiş bir keyifle yedik koca sınıfta, Godot'yu beklerken.

Aralık koca yılın koşturmasının sonunda artık direnmekten, bazı şeyleri değiştirmeye çalışmaktan vazgeçtiğim, her şeyin rutininde akıp gittiği aydı. Değişiklik bekliyorum şimdi. Bu stabilite, şu son otuz günde bile olsa değişsin diye bekliyorum. Manyak mıyım neyim?

Aralık genelde ağız bakımımın denk geldiği aydı. Şimdilik böyle bir planım yok bu yıl. Bir azım arada ağrıyor, bir tane dolgumun da elden geçmesi gerekiyor fikrimce. 

Aralık, babamın yeşil-siyah pötikareli sofra bezini yere yayıp, gözlüklerini burnuna, annemin önlüğünü de boynuna taktıktan sonra bir leğen nar ayıkladığı, cam kaselere bölüştürüp elimize tutuşturduğu bir aydı. Ya da aynı örtü üzerinde bir tepsi fındık ayıkladığı, annemin de bunları fırında kavurduğu aydı. Şimdilerde eve geliyor, montla çantayı yatağa fırlatıyor, bir sandviç yapıp kemirirken üzerimi değiştiriyorum. Sonra ya sadece kitap okuyor, ya sadece tv izliyor, ya da sadece puzzle yapıyorum. Bundan keyif alıyorum. Kapımın bir akşam sürpriz bir misafirce çalınacağına dair romantik hisler besliyorum. Sevinirdim herhalde. Hep kötü şeylerin habersiz gelmesine alışığız, aksi de olabilirdi pekala.

Aralık hep ikinci yazılıların ya da ikinci vizelerin başladığı ay oldu. Hep telaşlı oldum. Hep hızlı geçip gitti.

Aralık, her zaman, muhasebecilerin çok çalıştığı, iş yerlerinde bol bol evrak hareketi yaşanan, bilanço, tahakkuk, fiş, cari hesap gibi çok sıkıcı ama bence havalı da olan terimlerin havada uçuştuğu bir ay. Herkes borçlarını ödüyor, defterlerini temizliyor, muhasebeciler ziyarete geliyor... En azından kimseye borcum yok. O da bir şey.

Bu aralığı daha başında yakaladığımı hissediyorum. Öyle de. Biliyorum, yine yön veremeyeceğim akışına ama bilinçli bir tanıklık olacak bu yılınki. Umarım. Çünkü bazen bilincimin kapandığını düşünüyorum, bunu düşünecek kadar hissizleştiğimde. 

Fakat korkarım Aralık, bir senenin sonu olmaktan öte geçemeyecek bu yıl da. 







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumu olan insanlara bayılırız biz.