17 Mayıs 2012 Perşembe

fotoroman II

Denebilir ki, aman iyi ki bir Atina'da Erasmus yaptı geldi, anlat anlat bitemedi, özle özle sonu gelmedi...


Özlemekten telef olacağım. Sanırım yakında bir sendroma adını verecek benim bu halim.

Başka hiç bir ülkede yaşamamın bende bunca iz bırakacağını zannetmiyorum. Her şeyden önce, orada yaşamaktı benimki, ziyaret değil. Elime geçen en olağanüstü fırsattı ve bahar aylarının değerlendirilebileceği en mükemmel seçeneklerden biriydi tartışmasız. Dahası, özgürdüm,  boştum, bomboş. Yüzlerce madde eklenebilir.

Az evvel bütün albümlerin üzerinden geçtim kısaca. Yine içim ezim ezim, bir hoş. Yeni bir fotoroman yapmaya karar verdim.



Aegina adasının altını üstüne getirdik. Bu aletle bir de kaza yaptık. Çöp tenekesine girdik. Evet bodoslama. Dümdüz giriverdik. İroniktir, yaşanan her şey gülmekten gebertiyordu bizi. 


Parthenon... Ve daha onlarca tapınak. Önceleri her taze Erasmuslu gibi her gördüğümüzü çekme eğilimindeydik; neyse ki toparladık zamanla.



Santorini.

Karalar tükendi.. Baharla birlikte adalara attık kendimizi.


Çok güzeldi kahretmeyesice...



Pek çok yel değirmeni, restoranlar, tavernalar, kiliseler, turistik mekanlar, plajlar içeriyor.

Sevgili adası diye biliniyor, ama biz saplar olarak gittik. Kısmetse ileride.

Zenginlerin gidip yengeç, ıstakoz, öcük böcük yiyip ekonomiye can verdikleri adalardan biri.

Ama asıl bu saydıklarımı Mikonos'ta yapıyormuş bu zat-ı muhteremler.

İşte millet romantik.




Her şey her zaman harika gitmiyordu tabi Atina'da.

Bugün dibe vurmuş hallerinin temelleri biz oradayken atılmaya başlamıştı. Her gün protestolar, grevler, boykotlar...

Her şeye rağmen, hiç bir şey gölgelemedi eğlencemizi, hayatımızı.




Paskalya tatili boyunca bir Transporter kiralayan 9 arkadaşın, Yunanistan'ın altını üstüne getirme hikayesini duyanlar, hatta dinlemekten fenalık geçirenler vardır herhalde aranızda. Olabilir. Bu beni yıldırmaz.

Bu multinational grubun içinde ben de vardım. Hemen hemen 24 saati hareketli bir 8 gün geçirdik ülke çapında.
Deliydim ben o zamanlar demek ki.
Neyse. Bu seyahatimiz sırasında pek çok kasaba, köy ve dahi mezraya gittik.
Selanik'e de.


Atamız'ın doğduğu ev bu. Bu da doğduğu yatağı:


Her şey korunmuş. şimdi büyükelçilik olarak kullanılıyor bu yapının bir kısmı.
Ben ve biricik Erasmus arkadaşım Özlem, ister istemez aniden gelişen bir misyon yüklendik. Diğer Avrupa'lı arkadaşlarımıza tüm bildiklerimizi kusmak, Atatürk'ü anlatmak, nedenleri açıklamak... Duygulanmıştım. Mutlu olmuştum.





Müze gezen, bundan zevk alan tek Erasmus öğrencisinin ikimiz olduğuna iddia edebilirim. Ulusal Arkeoloji Müzesi'nden bir kare. 
Hadi ama....Bence mutlaka bir anlamı var.




O zaman alın size gerçek bir eser: Antik Tiyatro. Herodus Atticus.






Paskalya gezmesi sırasında karavan kiralayıp konakladığımız bir yerdi Meteora. Kayalara oyulmuş pek çok manastır ve kiliseden oluşmakta. Ve bunlar hala işler durumda. Hayli etkileyiciydi.









Ve kodamanlar adası Mikonos'a hoş geldiniz!

Söylenenlere göre, genellikle Avrupalı bazı kodamanlar bir takım eşlerini dostlarını, Prada'lı, Louis Vuitton'lu metreslerini alıp bu adaya getirir keyif çatarlarmış. 

Bunlar bize kor mu? Komaz.
Ayağımızda şipidikler, sırtımızda çantalar, ağızlarda sakız, talan ettik adayı; serim serim güneşlendik.

Yukarıdaki fotoğraf da bizim fakir apartının duvarı işte.




Mikonos, yel değirmenleri


Paylaşamadığım binlerce fotoğrafın yüzlerce anısı hala aklımda. Umarım hiç gitmezler. 2012'de olmaz belki ama, bundan sonraki ilk esaslı tatilimin yine bu topraklara olmasını diliyorum.



Gezdik, gördük, yedik, içtik... Hem Erasmus'un hem öğrenciliğin, hem de Yunanistan'ın tüm gerekliliklerini layıkıyla yerine getirdik. Neticede kalbimiz Ege'de gözümüz arkada kala kala karşı kıyıya uçuverdik fakat  neyse ki içimizde kalan bir şey yoktu. İşte:


Bakın, tertemiz.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumu olan insanlara bayılırız biz.