6 Mart 2012 Salı

omzumun üzerinden bakınca

Yazmam lazım. 
İki sene geçti, tamı tamına. Yirmi iki sene sonra -her hangi bir sebepten olur da hatırlarsam- geriye dönebilmek için.
Atina'daydım. Sokakta. Çok ağlıyordum. Şok karşısında ilk verebildiğim tepkidir ağlamak, büyütülecek bir şey değil.
Onun ödlekliği, giderken yüzüme söyleyemeyecek veya geri dönmemi bekleyemeyecek kadardı; yüzleşemeyecekti demek ki. İnsani standartlarda bir veda beklemek neye yarardı?
Korkaktı. Korkaklık ahlaksızlığa çok kolay ve çok hızlı bir şekilde dönüşebiliyordu.
O geceden bahsedecek, daha fazla cümle kurmama değecek bir şey yok.

Önemli olan tek şey benim nasıl olduğum.
Çok kısa sürede cümlelerimden çıkardım onu ve hatırlattığı her şeyi. Öznelikten nesneliğe, sonra da düşünmeden çıkarıp atabileceğim alelade bir edata dönüştü. Benim için bir "yani" bile olmadığı kesinleşinceye kadar sildim.
O güne kadar sadece filmlerde izledik. Her yolun sonunda yeni bir ışık doğar, geçmiş unutulur falan filan.
Hep gerçek olmadıklarının, bir kurgudan ibaret olduklarının buz gibi bilinciyle seyretmiştik o sahneleri.
Oluyormuş.
Filmlerin çoğunda, henüz hayatta gerçekleşmemiş olsa da gerçekleşmesi muhtemel şeyleri işliyorlarmış. Bilerek veya bilmeden.
Başıma gelen en kötü şey olduğunu zannettiğim vaka, en güzel olduğu su götürmez günlerin başlangıcıymış. Bana edilebilecek en kötü şey olduğunu zannettiğim yamuk, verilebilecek en güzel hediyeymiş.
İki sene sonra bugün, tüm geçmişime sahip çıkıyorum ve zerre canım acımıyor, üzülmüyor ya da kızmıyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumu olan insanlara bayılırız biz.