15 Ocak 2012 Pazar

darı ambarından bildiriyorum

Aç tavuk kendini darı ambarında sanırmış ya azizim, bir rüya gördüm ki bilinçaltım alt üst, sere serpe...
Hani öyle aman aman sahnelere çıkamadım, oyunlarda salınamadım belki ama daima çok, en çok sevdiğim, tüm maymun iştahıma rağmen sevgimin asla azalmadığı tek bir müessese oldu: Tiyatro.

Kendimi bildim bileli, henüz bunun bir sanat, isminin de tiyatro olduğunu bile bilmediğim zamanlarda öykünme, deneme, çarpıtma, üretme, yaratma gibi metotlarla sevdim tiyatroyu. Hayatımda hep varmış gibi yapmaya çalıştım; günlük hayatta da kullanılabilen bir şeydi bir yere kadar. Önüme çıkan amatör fırsatları değerlendirdim yapabildiğimce. Lisede ve üniversitede, elimin erdiğince.

Bu sabah rüyamda BKM mutfak sahnesindeyim. Şehirler arası bir otobüs skecindeyim; muavinim. Kahya diyelim ya da. Geçmiş zamanda geçiyor olay demek ki, kasketim, oduncu gömleğim, yeleğim filan var. Yolcuları çekiştiriyorum; her yer valiz, koyun keçi. Ben mesleğini çok ciddiye alan vasat ve avam bir muavini oynuyorum. Tek kaş havada, sayım yapıyorum, nizamı sağlıyorum; yolculuğun son derece ciddi bir deneyim olduğunu izah ediyorum insanlara bir birinden aptal mimikler ve jestlerle. Muhtemelen otobüslerde yolculuk boyunca belli aralıklarda dinletilen tanıtım ve komutlar dizisiyle alay ediyorum. Koltuklarınızı dik konuma getirin ve sehpanızı açın. Tuhaf olansa büyük çoğunluğun komutlarla birlikte hareket etmesidir böyle zamanlarda. Evet şimdi herkes sağ elini kaldırsın. Yanındakinin burnuna dokunsun, bu sırada öbür eliyle dizini dürtsün... Ne zamandır aklıma takılıyordu bunlardan bazıları. 
İzledim kendimi. Gırgır şamata. Çok eğlendiğim ortadaydı. Rüyamı görebilseniz, anlardınız. Aslında olmak istediğim başka bir yer olmadığını da.

Niye bir meslek olarak bunun peşinden gitmediğimse, kalsın. Bir sürü sebebi var, vaktiyle sebep gibi görüp, şimdi kıçımla güldüğüm bir çok şey...

Evet pişmanım, çok. İş edinmediğime. Ben matematikten fizikten anlamam mesela; eğitimini verseler de bir cevher değildim bu işte. Bilime bir eğilimim olmayacaktı neticede, açıktı. Öte yandan benim daima sosyal yönlerim, yeteneklerim ağır bastı. Ama hep bilir gibiydim, çok kıymetli ama işlevsiz yollardan geçeceğimi... Göğsümü gere gere, yeteneğimden, dahası geliştirilebilirliğinden emin olduğum tek şeyim tiyatroya olan yeteneğimdi. Kullanmadım. Daha bu yaşta büyük pişmanlık yaşamak hayli güç bir şey biliyor musunuz? Bu işin okulunu okumalıydım. İşte bunun için artık geç. 
Ortalık eli yüzü düzgün diye yetenekli addedilmiş pek çok şarlatana kalmışken zaten, geçmişe oranla daha az insan tiyatrolara gidip gerçek oyuncular seyrederken, gerçek oyuncuların oynadığı diziler, her ne kadar İstanbul'u da işleseler de reyting gibi, manipule edildiği aşikar olan bir engele takılarak al aşağı edilmekteyken; oturup da kendime bir yol açmayı hayal etmek pek tuhaf. 
Şimdi yeniden uğraşmaya başlamanın imkansız olmadığını biliyorum. Ama artık bana öyle karışık geliyor ki yaptığım şeyler, neyin peşinde olduğumu, olmam gerektiğini, niye bu şehre geldiğimi mesela en başta, karıştırır oldum. Tiyatrocu olayım diye gelmediğimi biliyorum tabi. Ama şimdi içimi kemirip duran, her gün aklımdan geçen bu dürtüyü gene neremden çıkardım çok meraktayım. Peşinden gidecek olursam var ya, devrimin hasını izlersiniz.
Unutmadan;
Bugün pazar ve ben uyudum. Tüm söylenmelerim, kötücül fikirlerim içimden akar gidermişcesine uyudum. Misler gibi uyandım. Günüm pineklemeyle geçti. Arz ederim. Bugünden bir kaç amatör kare:


Kahve; rakı ve çaydan sonra Türk kişisini ve dahi dişisini kendine çekip bağlayabilecek en güçlü faktör bence. Şahsen benim ruhuma sahip oldu.


Fotoğraf çekmeyi pek beceremediğimden olsa gerek, sosun ayrıntıları seçilmiyor. İçinde zeytinyağı, domates rendesi, paprika ve kekik var.


Bu da Münir. Minyon kaktüsüm.

Sevgiler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumu olan insanlara bayılırız biz.