6 Ocak 2012 Cuma

çorak iklim terapisi

Ankara benim sevgilimmiş!

Çıkmaya başladığımız dönemlerde anlamadım bunu. Randevularımıza geciktim, tripler attım. Her yanlışını; zor iklimini, tekdüze sosyal yaşamını, engebesini, her fırsatta vurdum yüzüne. Hırpaladım.
Ayrılık girmeliymiş araya. Ne kadar sevdiğimi anlamam için. Ankara'dan vazgeçmek zorunda olduğumu anlamak ve dön demesini istemek.
Demedi eşşek!
Gözüm arkada kala kala terk ettim bir gün onu yirmidokuzuncu perondan. Gene de ses etmedi. 

Bu gece Ankara'ya dönüyorum. Kısacık bir ziyaret. 
Hala tam olarak taşınamadım Ankara'dan. Mektuplarımız, fotoğraflarımız, ağlamaklı anılarımız filan değil belki de çorabım, kitabım, pılı pırtım kaldı. Gidip onları alacağım ve bizi bağlayan son dalı da kırmış olacağız. 
Evim!
Dün akşam karar verdim gitmeye. Aklıma gelen ilk cümle "Eve dönüyorum!" oldu.
Ben ki hala kendimi arayıp dururum. Bir halimi daha gördüm; bir cevabımı daha buldum. Evim saymışım ben orayı. Ne güzel. Hepten avare değilmişim.
Ankarayısevmeyengiller, sizi anlıyorum. Benim hiç tatmadan bamya sevmemem gibi sanıyordum durumunuzu baştan. Ön yargı diyordum. Ama ben bamyayı tattıktan sonra da sevmemeye devam edince, sizi de daha iyi anladım. Evet, empatinin kralını yaptım, ben de fark ettim.
Sevilmeyebilir. Alışılmayabilir. Ama bilinmelidir ki Ankara sevene çok acayiptir.
Belki de zaman geçirmekle ilgilidir. Misafir olarak gelirseniz sevmeyeceksenizdir. Neden sevesiniz ki? Başka yerlerde olmayan ne var...Havası karasal. Yakar, derken dondurur filan; saçma sapandır. Renkli kişilikler azdır. Millet genellikle işinden eve evinden işe gider. Doğa harikası diyebileceğimiz bir ilimiz de değil malum. Yazın kel, sarı, sıcak, çorak. Kışın donuk, soğuk, gri...

Ama beni geçirdiğim en güzel ve en boktan günler bağladı oraya. En boktan ve en güzel anlarımı beraber yaşadığım insanlar. Yollarımızın ayrılacağını bile bile tutunmaya çalışmakta inat ettiğim insanlar, hiç kop-a-masınlar diye dua ettiğim diğerleri, bir gün aniden karşıma çıkanlar, tepeden inenler, el birlik, hepsi yüzünden alıştım Ankara'ya. 
Bir evde her şey yaşanır nitekim. Kavgalar da kutlamalar da, üzüntüler de sevinçler de. Hepsi o "dört duvar" klişesinin içinde sürüp gider. Zaten evi ev yapan da taşlarından ziyade bu içinde süregelen hayattır.

Yaşanılan yeri adım adım bilmek, onu iyi tanımak duygusu insana çok güven veren bir şey fikrimce. Kimsenin adını okumaya dahi tenezzül etmediği sokakların isimlerini bilmek, hangi market neyi ucuz satarın ayrımını yapabilmek ve peş peşe dört mevsimini yaşamak. 

Özlemek... Bildiğim en pislik duygu benim için. Nefret ediyorum. Benim bünyemde özlemek rezalet sonuçlara sahip. Gerçekten benim devrelerim ters. Kanıtlarla sabit. Sevgimi eritip hırçınlığa dönüştürüyor mesela. Olur mu ya böyle hastalık! Özlediğim adamı dövmek istiyorum, kafasını gözünü patlatmak. Aradaki mesafe bir suçmuş ve bu suç da onunmuş gibi. 
Ama Ankara'yı özlediğimi düşününce tepem atmıyor, aksine, hoşaf oluyorum. Normal insanlar gibi tepki veriyorum. Hasretin tadını damağımda hissediyor, biraz içleniyor, birkaç anı sahnesi getiriyorum gözümün önüne; sakin sakin.

Seni çok özledim sevgilim. Gelince seninle romantik bile olabilirim.
Sen benim için çok güzelsin ve sana en çok kar yakışıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumu olan insanlara bayılırız biz.