2 Ocak 2012 Pazartesi

akşamüstlenmek

Bu sabah Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü hocalarından Can Abanazır vefat etmiş. Ben kendisini tanıyamadım; yanılmıyorsam bir ya da iki üst devremiz biliyorlar. Öğrencileri çok üzgün bugün. Beklenmedik bir ölüm olduğu çok açık; gerçi hangi ölüm beklenir o da ayrı.
Hocayı tanımıyorum ama bugün insanların ne hissetiklerini biraz anlayabiliyorum. İnsanlar üzerinde iyi izler, ardında güzel anılar bırakmış Can hoca. Benim de böyle hocalarım oldu.
Toplumda yaygın bir yanılgı var üniversitenin işlevine dair. Çok isterdim beyinlerimizin tozu alınsın da üniversitenin çok para kazanmaya giden yolda bir araç olduğu kanısı yıkılsın. Zannediliyor ki üniversitede para kazanma yolları öğretilir; sınavlardan iyi not alıyorsan buna oranla mezun olunca en iyi paraları sen kazanmalısındır. Bu kanı yüzünden bazı kesimlerce öğrencilerin dersten başka hiçbir şeyle alakadar olmaları istenmez. Ne siyaset, ne hobi ne de bir faaliyet; hiçbir meşgale kafa dağıtmasın, onları yolundan ayırmasındır. Ah, ne salaklıktır. Neyse. 
Bunları söyledim çünkü ben de bu bölümden mezun oldum. Ve bir gün bile nasıl para kazanabileceğimi anlamadım. Buna benzer bir şey öğretmediler. Ama bunun dışında, başka bir yerde bulunamayacağını düşündüğüm bilgiler ve nitelikler elde ettim. Çok kıymetli hocalarım oldu. Dinlemekten zevk aldığınız, hayattan haberdar, boş laflardan, kof umutlardan arınmış, sahici ve örnek insanlar. İşte böylelerini dinlediğiniz ve izlediğiniz zaman, maddeyle ruhu birbirinden iyi ayırt ediyorsunuz, ve hangisinin asıl olduğunu idrak ediyorsunuz. Karnınızı nerede doyuracağınızı söylemiyorlar ama ruhunuzu nasıl doyuracağınızı belliyorsunuz. Ruhu doymuş bir adamsa egoları aç bir milyonerden katbekat ağırdır. 
O hocalarımın cümleleri, duruşları, fikirleri aklıma gelir bazen. Ben ne kadarını aldım bilmiyorum ama keşke ne verdilerse alabilseydim. 
Bölümümün üzerine dönen geyikler malumdur. Öncelikle bir meslek tanımımız yok. Tam anlamıyla filolog değiliz, atmayalım. Başka bir kalıba da kondurulamıyoruz. Biz sadece ide mezunuyuz. Yirmi üçümde bunu diyebiliyorum da kırkımda da hala ide mezunuyum mu diyeceğim acaba...Gel gelelim, bu bölümü anlatırken iki şiire üç romana indirgeyip sığlaştırdığımıza bakmayın. İnsanlığa dair ne varsa elimizden geçti az buçuk. Beynimiz boyut kazandı. Algımız keza. Bir resme, bir manzaraya, bir adama, bir eşyaya bakışımız, görünmeyen ama ilişkili soruları bulup çıkarmak ve buna göre bir tahlil yapmak üzere derinleşti. Biz derinleştik. Ve bence basit şeylerde büyük mutluluk görebilmemiz kadar, basit üzüntülerde derin acılar yaşayabilmemiz de bu yüzden.
Şimdi ordan bakınca felsefenin dibine vuruyor gibi görünüyorum galiba ama bunun objektif bir iç dökme olduğunun farkındasınızdır umarım. Zira benim o hocalardan öğrendiğim en önemli şeylerden biri de egonuzun iplerinin sizin elinizde olmasıdır.
Ya, böyle işte. Bugün bir sürü öğrencisi yıllar öncesine gitti, tahtanın önündeki hocayı hayal etti. Oturduğu kolçaklı sandalyesinde heyecanlandığı, insanlığa, kendine dair, pek çok öğrenciye nasip olmayacak şeyler öğrendiğini düşündüğü zamanlara. Ve canı acıdı. Mümkün. Dilerim ben ancak çok büyüyünce, böyle bir üzüntüyü yetişkince hazmedecek kadar olgunlaştığımda almak zorunda kalırım böyle haberleri.

Bugün İstanbul'la resmen baş başa kalışımızın da başlangıcıdır. O. gitti.
Artık gözümüz ana haber bülteni sonrasında İstanbul'da ki hava durumunun yanı sıra muhtelif şehirlere de gidecek. Düşüncelerimiz bölünecek. Bekleyeceğiz.

"Bir Aralık"ta, herhalde bu aralık da bir ayın sonu olmaktan öteye geçemeyecek demiştim. Bildim. Bir dönemin sonu oldu. İstanbul'da oryantasyonum sona erdi. Ofis saatlerini çekilir kılan birkaç güzel akşamla, keyifli pazarlarımın artık bittiğini gördüm. Artık büyümek zamanı. Bu sene kendime kendim bakmam lazım. Uğraşlar bulmalıyım, aktiviteler, hobiler...Yoksa bir kış boyunca böbrek taşı, kozmonot adları gibi şeyler araştırmak istemiyorum. 
Gerçi iyi bir araştırmacıyım biliyorsunuz. 

Sabahtan beri aklımda cümleler, yapboz parçaları gibi bir araya gelip gelip dağılıyorlar. Öğlen geçti. Akşam üstü oldu. Söyleyeceklerim bunlar değildi fakat. Gökyüzünün görebildiğim kadarında, pembeyi ve kızılı sert, yassı çizgilerle delip geçen lacivertler var. Bunlar değil söylemek istediklerim ama onlar henüz çıkamıyor. Bir şeyler söylemem gerekti yine de. Beklerken akşam üstü oldu. Hiç konuşamamaktan iyidir dedim.



2 yorum:

  1. Ne kadar güzel anlatmissin, ben de can hocanın ogrencisiydim ve Bize bolumdeki ilk yılımızda artık hayatımıza virüs bulaştığını söylemişti:) hiç bı zaman tam olarak mutlu veya tam olarak mutsuz olamayacaksınız artık demişti, kimsenin görmediklerini göreceksiniz çünkü, satır arası okuyacaksınız denilmeyenleri anlayacaksınız demişti.. Ne doğru söylemiş..

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim. Ben de öğrencisi olabilmek, gözlemlerime değil de deneyimlerime dayanarak anlatabilmek isterdim. Belki başka bir hayatta... :)Tespitlerini de ilk kez senden duyuyorum ve sonuna kadar katılıyorum.

    YanıtlaSil

Yorumu olan insanlara bayılırız biz.